<

Kral olunmaz; doğulur.
Kral Arthur’un hikayesini hemen herkes bilir sanırım. Hatırlayalım:
Büyücü Merlin İngiliz kralının her türlü isteğini yerine getirmekle görevlidir. Diğer taraftan da onun sağduyusu gibi yanında durur. Doğruları gösterir, yapmaması gerekeni işaret eder. Adı her ne kadar büyücü olsa da “bilgeliğin” sembolüdür. Kral, bir gün derebeylerinden birinin karısına göz koyar. Ele geçirmek için de Merlin’den yardım ister. Merlin önce karşı koysa da sonra direnci kırılır. Çünkü, kral önüne geçilmez bir “arzu” ile doludur. Onu ne yapıp edip yaşayacaktır. Zihin sadece tek yönlü çalışmakta ve arzu üretmekte; akıl, bilgelik devre dışına çıkmıştır. Derebeyine bir oyun oynanır. Güvenliğini tehdit eden bir başka soylu ile savaşmak üzere tek başına kalesinin dışına çıkar. Bu sırada Merlin’in yaptığı büyü ile kral kadına, kalesine geri dönmüş kocası gibi görünür. O gece birlikte olurlar. Derebeyi de dışarıda pusuya düşürülerek öldürülür. Kadın, kralındır artık. Merlin’in tam da bu durum için bir şartı vardır. Bu yeni beraberliğin meyvası olacak çocuk, ona verilecek ve kendisi tarafından yetiştirecektir. Kısa süre sonra kadın hamile kalır ve bir erkek çocuk doğurur. Merlin ortaya çıkar ve daha annesinin memesinde olan bebeği çeker alır. Ormana götürür.
Sonradan bir başka ailenin yanına verildiğini öğreniriz. İngiltere’de taht kavgası bir türlü bitmez. Merlin tahtın varsini bu kavgalardan uzakta tutup, yetiştirmek istemektedir. O savaşların birinde kral öldürülür. Krallığın güç simgesi olan kılıç “Excalibur” da bu dövüş sırasında kralın elinden fırlayarak bir taşa saplanır. Ve yıllarca sürecek olan kargaşa ortamına girilir. Krallık üzerinde hak sahibi olanların yapması gereken tek şey vardır. Bu kılıcı yerinden çıkarıp, gerçek kral olduğunu ispat etmelidir. Bunun için yarışmalar düzenlenir. Ama kimse onu yerinden çıkarmada başarılı olmaz.
Yine o festivallerden birinde Arthur, Merlin tarafından, güven içinde yetiştirilmek üzere bırakılmış olduğu ve ailesi bildiği kişilerle yarışma alanına gelir. Abisinin yardımcısı rolündedir; onun oyun alanında kullanacağı kılıcı taşımaktadır. Tam yarışma başlayacakken sorumlu olduğu kılıcı kaybettiğini fark eder. Koşarak taşın üzerine çıkar ve Excalibur’u kolaylıkla yerinden çıkartır. O sırada gelişmeleri görenler çok şaşırırlar; gencecik bir çocuğun bunu nasıl yaptığını da merak ederler. Hatta onu oradan uzaklaştırmaya ve kılıcı kendileri yerinden çıkarmaya çalışırlar. Bütün denemeler başarısız olur. Taht Arthur’un hakkıdır. Taşın üzerine bir kere daha çıkar. O sırada Merlin de ortaya çıkar. Arthur’un kral olduğunu ilan eder. Sonra İngiltere Krallığı yeniden kurulur. Camelot şehri inşa edilir. Ülke birleştirilerek savaşlar bitirilir. Sonrası krallığın “yine” bir kadın yüzünden parçalanması hikayesine dönüşecektir.
Avrupa krallıklarının kurulmaya başladığı dönemde krallık tahtının soylu bir kana bağlı olduğunu ve her isteyenin ona sahip olamayacağının mitosudur bu. Benzer öyküler ve efsaneler her ülkenin yazılı ya da sözlü kültüründe bulunur.
Biz şimdi neden böyle bir başlık attık. Krallık kurumunu yeniden getirme derdimiz mi var? Ya da soyumuzu bir yerlere mi bağlamaya çalışıyoruz? Seçkincilik mi yapacağız? Zaten beceremediğimiz demokrasi sürecinin içine bir de böyle kafa karıştırıcı bir şey mi başlatacağız?
Hiç bir değil ya da hepsinin biraz toplamı.
Kendi kendimize bir sürü sorular soruyoruz.
Ben kimim?
Neden varım?
Neden böyle yaşam sürüyorum?
Neden spritüel bir arayış içindeyim?
...
Sorular alt alta koyulursa sonu gelmez. Bütün soruların başında da “neden” soru kelimesi vardır.
Bu konuyla ilgili bir çok şey yazdık, yazıyoruz ve tartışıyoruz. Şimdi bir başka boyut açalım.
İlk soru ve cevabım nedir?
Ben kimim? Ben “huzurlu” bir ruhum. Om Shanti!
Ben nasıl huzurlu bir ruh oluyorum? Çünkü benim ne korkum, kaygım, tasam, kaybetme endişem, bu anlamda hiç bir şeyim yok.
“Ben bir kralım!”
Bir Kralın öncelikle egemenlik kuracağı bir yere (araziye, toprağa, ülkeye...) ihtiyacı vardır. Sonra? Bilgiye. Bilgeliğe. Erdemlere; bütün değerlerin içinde saklanacağı bir zihin ile onları çok iyi dengeleyecek bir akıl! Daha? Var elbette: Güçlü olmalıdır. Bütün güçler onun emrinde olmalıdır. Başka? Pratik. Saydığımız şeylerin o ülkenin sınırları içinde doğru uygulanabildiğinin ispatı.
Ben bir ruhum ve var oluşumdan kaynaklanan sebeplerden ötürü, bir kralım. Krallığım bedenimdir. Bütün yaşamlardan edindiğim bilginin (farkındalığın) diskini çeviriyorum. Görüyorum, duyuyorum, anlıyorum, düşünüyorum, karar alıyorum / veriyorum, uyguluyorum, belirliyorum; değiştiriyorum, üretiyorum, yeniliyorum, güzelleştiriyorum, sevgi, mutluluk, huzur ve saflık dağıtıyorum; onu koruyorum. Güçlüyüm. Olumsuzluklardan korkmuyorum. Etrafımda olup bitenin zaten farkındayım. Beni çevreleyen ve benden kaynaklanan negatif ya da olumsuz şeylerin olabileceğini biliyorum ve bütün bunları, sahip olduğum bütün güçleri deneyimleyebileceğim bir neden olarak bana geldiğini hatta zaman zaman güçleri hazır tutabilmek için benim böylesi pratiklere (savaşlara) girdiğimin farkındayım. Kendime güveniyorum. Ben kralım ve her şeye sahip olduğum için kaybetmem. Bu nedenle de doğru adımlar atarım.
Dönüp dolaşıp, tek bir nokta üzerinde dönüyor gibiyiz ama adı üzerinde noktadır ve bütün yönlere açıktır. Her yönden “O” nokta kuşatılmalıdır ki; özündeki ışığın parlayabilmesi için boşluk bırakılmadan çepeçevre temizlensin.
Çağlar boyunca ne olduğumuzun sorusunu sorarak ve onu hatırlamaya çalışarak yaşadık durduk. Hep o cevaba yaklaştık, kenarında durduk; uzaklaştık. Hiç bir cevap beni mutlu etmedi. Huzur vermedi. Dahası benim ne olduğumun cevabı; dünya için bir anlam taşımadı. Değişmedi. Aşağı düşüş sürdü. Kargaşa arttı. Endişe, evham ve gelecek korkusu büyüdü, taştı. Artık son noktaya geldik. Çünkü elimizdekini, yaşam alanını da kaybetme tehlikesi kapımızı çaldı. Bir şeyler yapmalıyım. Ya ben değişeceğim, dünyayı değiştireceğim ya da değişmeyerek yok oluşun içine doğru sürükleneceğim.
Özüm, gereği; ikinci ihtimalin gerçekleşmesine asla izin veremem. Zaten bu nedenle buradayım ve soruyorum: Farkındayım. Demek ki, değiştirmek için bir süreç başlatmışım. Bu ne demek? Artık ben kral olduğumun farkına vardım. Kılıcı buldum, taşın içinden çıkardım.
Ama...
İşte düğüm burada kilitleniyor. Çünkü kral olduğunu bilmek yetmiyor. Ona sahip olmayı bilmek gerekiyor.
Bütün imparatorlukların ve krallıkların sonu sahip olduğu şeye sahip çıkamamak, güçlerini kullanmamak, onu geliştirmemekten gelmiştir. Zaten bu nedenle hepimiz “sürgünde” yaşayan krallara dönüşmüşüz. Bir zamanlar elimizin altında tuttuğumuz her şey oraya buraya dağılmış. Yeni bir krallık için onları toplamak gerekiyor.
Şimdi o süreci deneyimleyelim...
Kral Arthur’un hikayesini hemen herkes bilir sanırım. Hatırlayalım:
Büyücü Merlin İngiliz kralının her türlü isteğini yerine getirmekle görevlidir. Diğer taraftan da onun sağduyusu gibi yanında durur. Doğruları gösterir, yapmaması gerekeni işaret eder. Adı her ne kadar büyücü olsa da “bilgeliğin” sembolüdür. Kral, bir gün derebeylerinden birinin karısına göz koyar. Ele geçirmek için de Merlin’den yardım ister. Merlin önce karşı koysa da sonra direnci kırılır. Çünkü, kral önüne geçilmez bir “arzu” ile doludur. Onu ne yapıp edip yaşayacaktır. Zihin sadece tek yönlü çalışmakta ve arzu üretmekte; akıl, bilgelik devre dışına çıkmıştır. Derebeyine bir oyun oynanır. Güvenliğini tehdit eden bir başka soylu ile savaşmak üzere tek başına kalesinin dışına çıkar. Bu sırada Merlin’in yaptığı büyü ile kral kadına, kalesine geri dönmüş kocası gibi görünür. O gece birlikte olurlar. Derebeyi de dışarıda pusuya düşürülerek öldürülür. Kadın, kralındır artık. Merlin’in tam da bu durum için bir şartı vardır. Bu yeni beraberliğin meyvası olacak çocuk, ona verilecek ve kendisi tarafından yetiştirecektir. Kısa süre sonra kadın hamile kalır ve bir erkek çocuk doğurur. Merlin ortaya çıkar ve daha annesinin memesinde olan bebeği çeker alır. Ormana götürür.
Sonradan bir başka ailenin yanına verildiğini öğreniriz. İngiltere’de taht kavgası bir türlü bitmez. Merlin tahtın varsini bu kavgalardan uzakta tutup, yetiştirmek istemektedir. O savaşların birinde kral öldürülür. Krallığın güç simgesi olan kılıç “Excalibur” da bu dövüş sırasında kralın elinden fırlayarak bir taşa saplanır. Ve yıllarca sürecek olan kargaşa ortamına girilir. Krallık üzerinde hak sahibi olanların yapması gereken tek şey vardır. Bu kılıcı yerinden çıkarıp, gerçek kral olduğunu ispat etmelidir. Bunun için yarışmalar düzenlenir. Ama kimse onu yerinden çıkarmada başarılı olmaz.
Yine o festivallerden birinde Arthur, Merlin tarafından, güven içinde yetiştirilmek üzere bırakılmış olduğu ve ailesi bildiği kişilerle yarışma alanına gelir. Abisinin yardımcısı rolündedir; onun oyun alanında kullanacağı kılıcı taşımaktadır. Tam yarışma başlayacakken sorumlu olduğu kılıcı kaybettiğini fark eder. Koşarak taşın üzerine çıkar ve Excalibur’u kolaylıkla yerinden çıkartır. O sırada gelişmeleri görenler çok şaşırırlar; gencecik bir çocuğun bunu nasıl yaptığını da merak ederler. Hatta onu oradan uzaklaştırmaya ve kılıcı kendileri yerinden çıkarmaya çalışırlar. Bütün denemeler başarısız olur. Taht Arthur’un hakkıdır. Taşın üzerine bir kere daha çıkar. O sırada Merlin de ortaya çıkar. Arthur’un kral olduğunu ilan eder. Sonra İngiltere Krallığı yeniden kurulur. Camelot şehri inşa edilir. Ülke birleştirilerek savaşlar bitirilir. Sonrası krallığın “yine” bir kadın yüzünden parçalanması hikayesine dönüşecektir.
Avrupa krallıklarının kurulmaya başladığı dönemde krallık tahtının soylu bir kana bağlı olduğunu ve her isteyenin ona sahip olamayacağının mitosudur bu. Benzer öyküler ve efsaneler her ülkenin yazılı ya da sözlü kültüründe bulunur.
Biz şimdi neden böyle bir başlık attık. Krallık kurumunu yeniden getirme derdimiz mi var? Ya da soyumuzu bir yerlere mi bağlamaya çalışıyoruz? Seçkincilik mi yapacağız? Zaten beceremediğimiz demokrasi sürecinin içine bir de böyle kafa karıştırıcı bir şey mi başlatacağız?
Hiç bir değil ya da hepsinin biraz toplamı.
Kendi kendimize bir sürü sorular soruyoruz.
Ben kimim?
Neden varım?
Neden böyle yaşam sürüyorum?
Neden spritüel bir arayış içindeyim?
...
Sorular alt alta koyulursa sonu gelmez. Bütün soruların başında da “neden” soru kelimesi vardır.
Bu konuyla ilgili bir çok şey yazdık, yazıyoruz ve tartışıyoruz. Şimdi bir başka boyut açalım.
İlk soru ve cevabım nedir?
Ben kimim? Ben “huzurlu” bir ruhum. Om Shanti!
Ben nasıl huzurlu bir ruh oluyorum? Çünkü benim ne korkum, kaygım, tasam, kaybetme endişem, bu anlamda hiç bir şeyim yok.
“Ben bir kralım!”
Bir Kralın öncelikle egemenlik kuracağı bir yere (araziye, toprağa, ülkeye...) ihtiyacı vardır. Sonra? Bilgiye. Bilgeliğe. Erdemlere; bütün değerlerin içinde saklanacağı bir zihin ile onları çok iyi dengeleyecek bir akıl! Daha? Var elbette: Güçlü olmalıdır. Bütün güçler onun emrinde olmalıdır. Başka? Pratik. Saydığımız şeylerin o ülkenin sınırları içinde doğru uygulanabildiğinin ispatı.
Ben bir ruhum ve var oluşumdan kaynaklanan sebeplerden ötürü, bir kralım. Krallığım bedenimdir. Bütün yaşamlardan edindiğim bilginin (farkındalığın) diskini çeviriyorum. Görüyorum, duyuyorum, anlıyorum, düşünüyorum, karar alıyorum / veriyorum, uyguluyorum, belirliyorum; değiştiriyorum, üretiyorum, yeniliyorum, güzelleştiriyorum, sevgi, mutluluk, huzur ve saflık dağıtıyorum; onu koruyorum. Güçlüyüm. Olumsuzluklardan korkmuyorum. Etrafımda olup bitenin zaten farkındayım. Beni çevreleyen ve benden kaynaklanan negatif ya da olumsuz şeylerin olabileceğini biliyorum ve bütün bunları, sahip olduğum bütün güçleri deneyimleyebileceğim bir neden olarak bana geldiğini hatta zaman zaman güçleri hazır tutabilmek için benim böylesi pratiklere (savaşlara) girdiğimin farkındayım. Kendime güveniyorum. Ben kralım ve her şeye sahip olduğum için kaybetmem. Bu nedenle de doğru adımlar atarım.
Dönüp dolaşıp, tek bir nokta üzerinde dönüyor gibiyiz ama adı üzerinde noktadır ve bütün yönlere açıktır. Her yönden “O” nokta kuşatılmalıdır ki; özündeki ışığın parlayabilmesi için boşluk bırakılmadan çepeçevre temizlensin.
Çağlar boyunca ne olduğumuzun sorusunu sorarak ve onu hatırlamaya çalışarak yaşadık durduk. Hep o cevaba yaklaştık, kenarında durduk; uzaklaştık. Hiç bir cevap beni mutlu etmedi. Huzur vermedi. Dahası benim ne olduğumun cevabı; dünya için bir anlam taşımadı. Değişmedi. Aşağı düşüş sürdü. Kargaşa arttı. Endişe, evham ve gelecek korkusu büyüdü, taştı. Artık son noktaya geldik. Çünkü elimizdekini, yaşam alanını da kaybetme tehlikesi kapımızı çaldı. Bir şeyler yapmalıyım. Ya ben değişeceğim, dünyayı değiştireceğim ya da değişmeyerek yok oluşun içine doğru sürükleneceğim.
Özüm, gereği; ikinci ihtimalin gerçekleşmesine asla izin veremem. Zaten bu nedenle buradayım ve soruyorum: Farkındayım. Demek ki, değiştirmek için bir süreç başlatmışım. Bu ne demek? Artık ben kral olduğumun farkına vardım. Kılıcı buldum, taşın içinden çıkardım.
Ama...
İşte düğüm burada kilitleniyor. Çünkü kral olduğunu bilmek yetmiyor. Ona sahip olmayı bilmek gerekiyor.
Bütün imparatorlukların ve krallıkların sonu sahip olduğu şeye sahip çıkamamak, güçlerini kullanmamak, onu geliştirmemekten gelmiştir. Zaten bu nedenle hepimiz “sürgünde” yaşayan krallara dönüşmüşüz. Bir zamanlar elimizin altında tuttuğumuz her şey oraya buraya dağılmış. Yeni bir krallık için onları toplamak gerekiyor.
Şimdi o süreci deneyimleyelim...
Uzay Gökerman
/p>
<0Comments:
<
<Yorum Gönder
< <