< <

<Çarşamba, Nisan 19, 2006/h2> <
< <

<

Simyacı Romanının özünü çoğumuz biliriz:

“Bir şeyi bütün ruhun ve benliğinle istersen; evren onun olması için seninle işbirliğine girer!”

“Her ruhun bir kişisel menkıbesi vardır ve ister bilince çıkmış; farkındalıkla olsun, ister olmasın, onu gerçekleştirmek için yaşar durur.”

Yine bir çoğumuz bu bilgiler üzerinde uzunca süre kafa patlatmış olabiliriz. Bu nasıl bir şeydir, neyi istersem evren benimle işbirliğine girer ya da benim kişisel menkıbem nedir diye? Sonra, benim isteklerim (arzularım değil, buna dikkat edelim) bir başkasının istekleri ile kesişirse evren nasıl davranır ve kime öncelik verir, ya da bir başkasının istekleri doğrultusunda benim yaşantım etkilenir mi? Yok olur mu? Bütün bunların açıklanması çok zor; ya da zaman alacak kozmik fenomenler olduğunu düşünürsek, hata yapmış olmayız herhalde.

Bu anlamda “bakın ben her şeyi biliyorum, şimdi size hayatın gerçeklerini göstereceğim” iddasında değilim. Amacımız burada sütü bir kaba koyup, onu sallayarak içindeki tereyağını bulup çıkarmak, “churn” etmek olabilir. Yaptığımız serüven tamamen yanlışlar da içerebilir. Ama belki burada yaptığımız bir yanlış, başka bir bilincin doğmasına da yol açabilir. Yani düşünmekten bir zarar gelmez diyorum.

Tüketim toplumunun en karekteristik özelliği, popülerliğe önem vermesidir. Onun için günlük idoller, etiketler, isimler, markalar önemlidir. Bilgi de bu anlamda popülerleşir, yeniden üretilir ve sonunda kullanılmaz hale getirilerek bir kenara atılır. Altı ay önce çok popüler olan bir kitap bugün neredeyse unutulur hale gelir. Merak da popüler düzeydedir. Derinliğine inilmesi istenmez, düşünülmez.

Her insanın inandığı bir felsefesi vardır diye düşünürüz. Bir de akıl yürütme yöntemi. Bu bazılarımız için çok önemlidir. Kendi düşünsel üstyapımızın oluşması için yirmi, otuz yılımızı vermişizdir. Düşünsel yapının oluşması bilgi sürecinden geçer. Bize verilen bilginin doğruluğu üzerine kurarız bu inşaatı. Kaynaklar sınırlıdır; taraflıdır. Objektif bakabilmek de bir süreç işidir. Çünkü baştan bizi kuşatan belirleyici ilkeler de vardır. Neyse, sonuç itibariyle bir gün bütün bu bilgilerin yanlış olduğunu öğrendimizde; ya da bize bir başka bakış açısı verildiğinde, yirmi yıllık birikim ne olacaktır? İnandığımız, savunduğumuz ya da bildiğimiz her şeyden vazgeçebilmek mümkün müdür? Bir çok kişi için yeni bir üstyapı kurmak hayatı yeniden yaşamaya benzer. Ya tümden bir vazgeçiş olur, peşi sıra reddediş gelir, ya da düşünme süreci tamamen ortadan kaldırılır. Bilgiye olan inanç yok edilir.

Çağımız böylesi kaoslarla bilgiye olan güvenin her geçen gün kırıldığı tutumlarla karşı karşıyadır. Bilgiye zaten gıdım gıdım ulaşabilen bizler için bütün bunlar üzerine yeni yöntemler kurmak sonra da bunu paylaşmak ta diğerleri için güvensizliktir.

Bu nedenle bilgi sığ algılanmak istenir. Hatta çok uzun bir metin okunmadan şöyle bir göz gezdirilerek, üzerinde hüküm verilmek istenir.

Uzatmayalım...

Bu kadar laf ne için? “Ne olduğumu ve istediğimi bilirsem evrensel olan yasa ile o kadar uyumlu hale gelirim.”

Maalesef farkındalık dediğimiz şey toplumsal bir bilinç düzeyine ulaşamıyor. Bunun önündeki engelleri yukarıda, bir yönüyle açıklamaya çalıştım.

Kapitalistleşme süreci hem burjuvazinin hem de işçi sınıfının metaryalist bakış açısı ile bakılmasını doğurdu ve destekledi. Diyalektik Metaryalizm her anlamda egemen felsefi üstyapı kurumu halini aldı. Böylece bilindik, bilinmedik bütün inanışların içine pozitif akıl yürütme yöntemleri yerleşti. Bütün bunların yanlış olduğunu iddia etmiyorum elbette. Düşünme sistematiği anlamında hiç bir sorun yok. Madde kendi başına bir şeydir ve yaratılma-yaratma çelişkisinin dışında bir varoluştur.

Bunun dışında içinde zihnimizin bulunduğu ruhsal bir varlığımız vardır. Ruh ile madde birbirinin
antagonistik (uzlaşmaz) bir çelişkisi değil, birbirleriyle uyum halinde iki varoluştur.

Bugün ruh ne kadar kirli ise madde de o kadar kirlidir. Ruhun entropik* enerji düşüşü ne ise maddeninki de odur. Kaos teorisinde madde ve enerji nasıl bir düzensizlik yaratıyor ve bu bir yerlerde toplanıyorsa, ruhun ürettiği ya da tükettikleri de bir yerlerde (süptil alan) toplanıyor.

Binlerce yıl boyunca ruh ile madde birbirine düşman algılandı, durdu. “Ruh mu maddeyi, madde mi ruhu yarattı?” sorusuna cevap aradı filozoflar.

Ruh farkındalığı içsel bir süreçtir... Bu sürece anlam katan şeylerden bir tanesi Simyacı Romanı’nda özetlenen: ne istediğimin farkına varıp, onu tüm benliğimle istemek ve menkıbemi yaşayarak evrensel olanla uyumlu hale gelebilmem.

Bu farkındalık düzeyinin üst aşamaları biraz daha karmaşık yaşanacaktır. Daha önce de vurgusunu yaptığım gibi, ruh kendi menkıbesinin farkında da olmayabilir. Fakat içsel karmaların içinde kayıtlı olan ve ruhun bilince çıkaramadığı bir farkındalık vardır. O farkındalık evrensel olanla uyumsuzluğu her düzeyde denetler ve ona yeni yollar açar.

Birçoğumuz, “İstiyorum ama olmuyor. Gerçekten çok isteyerek yapıyorum ama evrensel güçler benimle işbirliğine girmek bir yana, köstek oluyor” diye fazlasıyla tecrübe yaşamıştır ya da yaşıyoruz.

Burada bir ikinci yasa devreye giriyor işte. Kozmik fenomenin en gizemli taraflarından bir tanesi.

Evrensel güçler kişinin kendi menkıbesinin dışında bir isteği (ki bu istek çoğu zaman maddi arzular halinde ortaya koyuluyor) kabul etmiyor. Hatta onun gerçek olmadığını ispat etmek için kişiyi olmadık süreçlerin içine sokuyor. Deneme yanılmalar peşi sıra birbirini takip ediyor. Kişi bazen yıkımla karşılaşıyor. “Ben bunu hakketmek için ne yaptım?” diyor. Sonuç eğer bir isyansa ve yeniden aynı şeyi deneme sürecine girmekse bu sefer başka bir yıkım kapıda bekleyecektir.

Evrensel güçler kendisine yabancı olan şeyi kabul etmemektedir. Bu sürecin, farkındalık bilinci yaşayan bir ruh için daha büyük sınavlar yaratacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Bu nedenle ilk soru çok önemlidir.

“Ben kimim?” Sonra:

“Ben ne istiyorum?”

“Ben ne için yaşıyorum (beden alıyorum) ?”

“Nereye aitim?”

İşte o gerçek süreç bundan sonra başlayacaktır. Tam bu noktada, ruh ruha (üçüncü göz) baktığımızda (drishti), o kişinin ruhunun farklılıklarını görebilmek mümkün olabilecek ve her ruhun evrensele farklı bir renk verdiğini ve menkıbesi olduğunu fark edebilmemizi sağlayacaktır. O zaman ruhların benzer istekleri, evrensel olanda kimin rolüne uygunsa ona verilmesi ve onunla işbirliğine girilmesi sonucunu doğuracaktır.

Evrensel olan bir karmaşa değil, kendi içinde mükemmel işleyen yasalarla örülüdür. Ben her şeyi biliyorum ya da bileceğim diye iddia etmek de bu anlamda faydasızdır. Bir çoğumuz tonla kitap okuyor ya da bilgi depoluyor. Ama önemli olan o bilginin hangisinin bizim menkıbemiz için olduğunun farkına varabilmektir. Ruh bir ansiklopedi de değildir. Kozmik fenomenoloji bu anlamda her ruhun ihtiyacı olan bilgiyi de doğru istediğinde karşı çıkması için ilişkiye girecektir.

İstiyorum oluyorsa, doğru yerde ve farkındalıktayım; olmuyorsa, o zaman kişisel farkındalığımı gözden geçirmeliyim.
Yazının Yayınlandığı Dergi
http://www.indigodergisi.com/gokermanuzay_10_05.htm




* Entropi: Daha çok bilimin termodinamik dalı içinde kullanılan bir terimdir. Düzensiz enerji ve onun niceliğini araştırır. Felsefede kaos tartışması içinde kendine yer bulur. Evrende enerji sabittir ve ancak bir enerji formundan diğerine dönüşebilir. Bununla birlikte her dönüşüm sırasında bir kayıp olur ve bu da düzensizliğin artışı demektir. Yazıdaki anlamı ruhun en yüksek formundaki enerjiyi yitirme süreci olarak anlatılmaya çalışılmıştır.

/p>
<

<0Comments:

<

<Yorum Gönder

< <